BAZI ÖLÜ BEDENLERİN FOTOĞRAFLARINI GÖRÜP DİĞERLERİNİ GÖR(E)MEDİĞİMİZDE… – SARAH SENTILLES

2007 yılından 2016’ya kadar, üniversitelerde fotoğraf ve savaş hakkında dersler verdim. Öğrencilerimle ölü Amerikan askerlerini medyada neredeyse hiç görmediğimiz gerçeği hakkında ne yapılabileceğini tartıştık. Ölü Iraklılar, ölü Afganlar, ölü Suriyeliler –

evet, bu bedenleri kan revan içerisinde ve parçalanmış, molozlara gömülü, kısmen bir çarşafla örtülmüş, zeminde, arazide, sedyede ya da yığınlar halinde görmüş, ama ölü Amerikalıları neredeyse hiç görmemiştik. Medyanın savaş ölülerimizin görüntülerini gösterip-göstermemesi konusunda aramızda bir anlaşmaya varamasak da, öğrencilerim diğer ülkelerin görsel ve yazılı medyasında yayınlanan görüntülerle, ülkemizde hasır altı edilen görüntüler arasında bir ilişki olduğunu anladılar. Sonuç olarak bazı ölü bedenlerin gizlenmesi diğer ölü bedenlerin bizler tarafından nasıl görüldüğünü etkilemekteydi.

Başkan George H.W. Bush döneminde, Savunma Bakanlığı, 1991 yılında Basra Körfezi Savaşı’ndan dönen bayrağa sarılı tabutların fotoğraflanmasına karşın bir yasak başlattı.


19 yıl süren bu yasağı, Bush için utanç verici bir televizyon yayını takip etti. 1989’da, Amerikan’nın Panama işgalini yayınlayan kuruluşlar, televizyonlarda bölünmüş ekran görüntüleri verdiler: Bir tarafta, Dover Hava Kuvvetleri Üssü’nde tabutları boşaltan bir askeri onur muhafızı kıtası, diğer yanda ise bir II. Dünya Savaşı gazisi olan Bush’un gazetecilerle şakalaştığı bir basın toplantısı. Söz konusu fotoğrafların engellenme politikası, bunun aksinin şehit düşmüş askerlerin eve dönüşüne karşı uygunsuz bir tepki olarak algılanması sebebiyle teşvik edildil. Bu 15 yıldır acı çekenlerin fotoğraflarına dair ahlaki tepkileri araştıran biri olarak beni şaşırttı.

Ölüler sık sık, gazetelerde, sosyal medya yayınlarında ve bilgisayar ekranlarımızda elmas saatler, gemi yolculukları veya yoga pantolonları reklamlarının hemen yanında yer alan fotoğraflarla bize erişiyor. Ve bir çoğumuz, onlara nasıl bakacağımızı veya gördüklerimize nasıl bir tepki vereceğimizi bilmediğimizden ötürü korkuyoruz. Kendimizi çaresiz hissediyoruz. İşe yaramaz. Ve sonrasında kendimizden utanıyoruz. Hiçbirine bakmamak daha iyi. Ölülere bakmaktan kaçınmak daha iyi. 

Obama yönetimi, 2009’da cepheden geri dönen askeri tabutları gösteren görüntülere karşı olan yasağı kaldırdı. Ancak savaş zaiyatlarımızı ifşa eden fotoğraflar basında halen nadir olarak görülüyor. Amerikan askeri zaiyat görüntülerinin bu su götürmez noksanlığı, birçok şekilde ve çelişkili ifadelerle yorumlanıyor. Kimilerine göre, ölü Amerikan askerlerine ait fotoğrafların yayınlanmasıyla ilgili mevcut politikalar, savaşı arındıran ve askeri müdahalenin şiddetli sonuçlarını gizleyen bir sansür biçimi… Haber medyasının bu yayın kesintisinden yana duruşunun, savaş hakkında kolektiv bir hafıza kaybına sebep olmasının ardından, eleştirmenler Amerikan halkının vatandaşlarımızı gönderdiğimiz savaşların gerçek maliyetlerini görmezden gelmeleri gerekliliği fikrini tartışıyorlar. 

Amerikan askeri zayiatlarının fotoğraflarını yasaklanmasını destekleyenler, görüntüleri yalnızca savaş karşıtı değil, aynı zamanda askeriye karşıtı olarak da algılıyorlar. Ölüleri göstermenin tartışmaları körüklediğini ve askerlerin fedakarlıklarını politize ettiğini iddia ediyorlar. Onlar için, ölü Amerikalıların görüntülerini yayınlamayı reddetmek, askerler ve onların ailelerinin gizliliğini onurlandırmak adına sergilenen bir saygı göstergesi… Savaş-ganimeti fotoğrafçılığı – ölü düşmanın resimlerinin çekilmesi ve bu görüntülerin bir hatıra eşya gibi eve getirme pratiği – askeri çatışmalarda çekilen tüm fotoğrafları şüpheli hale getiriyor: Bizler onların ölülerini kamerayla zaptedilebilirken, bizim ölülerimiz onlarınkinden uzak tutulmalıdır.

Ve bu, ölülerin fotoğraflarının nasıl görülmesi gerektiği üzerine düşünen “bizler” ve “onlar” arasındaki farktır. Susan Sontag, “Başkalarının Acısına Bakmak” adlı kitabında, yalnızca yurt dışında gerçekleşen şiddet fotoğraflarının yayınlanmasının, özneler ve izleyiciler arasında ayrım yarattığını savunmuştu. Bu görüntüler trajedinin olağan ve karşı konulmaz olduğunu – bu nedenle de daha kabul edilebilir olduğunu – uzaktaki insanlar tarafından tecrübe edildiğinde; Şiddetin, başka bir yerde ve başkalarının maruz kaldıkları bir şey olduğu duygusunu yaratırlar.

Beyrut’taki bombalama ve Ekim 1983’te Grenada’nın işgali sırasında öldürülen askerleri Dover Hava Kuvvetleri Üssünde, onurlandıran bir tören. Reinstein / Corbis, Getty Images

Diğer ülkelerin zayiatlarının fotoğrafları yayınlanırken, ABD zayiatlarının yayınlanmaması yaygın bir uygulama haline geldiğinde, ölülere görsel erişimin gerçeği onları “öteki” olarak işaretler. Ayrıca, ölü Amerikan askerlerine ait görüntüleri yayınlamayı reddetmek bir saygı göstergesi ise, o zaman diğer insanların ölü bedenlerinin fotoğraflarını yayınlamaya istekli olmak bir saygısızlık belirtisi olarak okunabilir. Bazı görüntülerin basında yer alması engellenirken diğerlerini yayınlamak görünür bedenlerin, mahremiyet ayrıcalığını verilen bedenlerden daha az değerli olduğu mesajını verir. Medyada bir ceset fotoğrafı gördüğümde, resmin bir ekran görüntüsünü alırım.

Bu benim hangi cesetlerin gösterildiği ve hangilerinin saklandığını takip edebilmek için gayri resmi gayretimdir. Yıllardır, kaydettiğim yüzlerce görüntü arasında bir tane bile Amerikan askeri yer almadı. Ekran görüntülerim arasında Amerikan sivillerine ait cesetlerde pek yok. Ama sonra, 2014 yılında Ferguson, Mo’da Michael Brown, Memur Darren Wilson tarafından öldürüldü ve The New York Times’ın ön sayfasında Brown’un cesedinin bir fotoğrafı yer aldı.

Brown’un cesedini gazetede görmeden önce, uyruğun bazı ölü bedenleri görülmekten koruduğunu ve diğer bedenlerin insanlar tarafından görülebilmesi için adeta sunulduğunu düşündüm.

Ama Michael Brown bir Amerikalıydı. Philando Castile, Terence Crutcher, Alton Sterling, Walter Scott, Tamir Rice, Eric Garner, Stephon Clark — hepsi de Amerikalıydılar. Haber merkezleri sadece bir arabada, sokakta, otoparkta, çimlerde, parkta, kaldırımda, kendi arka bahçesinde ölmüş ya da ölmekte olan insanların fotoğraflarını yayınlamakla kalmadılar; ayrıca ölümlerinin çarpıcı videolarını da gösterdiler.


Savaş sırasında öldürülen Amerikalıların fotoğraflarının ve polis tarafından öldürülen siyahi Amerikalıların fotoğraflarının aynı türden görüntüler olmadığını anladım. Aynı nicelikte de değiller: Son üç yıldır, çarpışmada öldürülen Amerikan askeri sayısının yıllık ortalaması 35’ten azken, polis tarafından öldürülen siyah Amerikalı sayısı 220’den fazladır. Şüphesiz ben şiddet içeren fotoğrafların yayınlanmasıyla ilgili kararları şekillendiren medya politikaları konusunda bir uzman değilim. Ama beni ilgilendiren bu politikaları değil; Onların etkileri.


Ölü Amerikan askeri fotoğraflarını haberlerde görmemize nadiren izin verilirken, başlıca tüm Amerikan medyasında, rutin olarak siyahi Amerikalıların polis tarafından öldürüldüğü görüntü ve videoları görebilmemiz ne anlama geliyor? Görüntüler – hem gördüklerimiz hem de görmemiz engellenenler – kimin hayatının daha değerli olduğunu, kime yas tutulması gerektiğini, kimin bizden olduğu ya da olmadığı hakkında mesajlar gönderir. Görmemiz engellenen vücutlara nasıl yas tutabiliriz? Çarpışmada öldürülen askerlerin görüntülerini gizlemek, ölmenin utanılacak bir şey olduğu, bunun bizlerden sakınılması gerektiği, sanki askerlerin bedenlerinin görülmesinin bir tür aşağılama olduğu öne sürülerek yorumlanabilir. Bana öyle geliyor ki, savaş kayıplarımızın fotoğraflarını yayınlamayarak, onları savaşmaya gönderdiğimizde bizler için ne yapmalarını istediğimizi, bizler için ne tür riskler almalarını talep ettiğimizi inkar etmiş oluyoruz.

Kaynak:https://www.nytimes.com/2018/08/14/magazine/media-bodies-censorship.html
Çeviri:Cenk ‘Mirat’ PEKCANATTI

Exit mobile version