İnceleme: Fotoğraf ve Sinemanın Toplumsal Tarihi – Levend Kılıç

Levend Kılıç’ın akademisyen kişiliğinin de etkisiyle büyük bir titizlikle kaleme aldığı Fotoğraf ve Sinemanın Toplumsal Tarihi, Türkçe’de konuyla ilgili en kapsamlı bilgiyi içeren eser olma niteliği taşıyor.

Optik olarak resmetme ve hareketli görüntüye geçiş tarihinin anlatıldığı bu eser, 1800’lü ve 1900’lü yılların düşünsel tarihini ortaya koyarak, teknoloji ile kültürel tarihi iç içe geçiriyor. Kılıç’ın eseri ışığında fotoğraf ve sinemanın tarihine yer vermek istediğimiz bu yazı, maalesef yalnızca “değinebildiğimiz” bilgiler içeriyor; ancak eserin, konuyla ilgili detaylı bilgi edinmek isteyen herkes için bir başucu kitabı niteliğinde olduğunu söylemekte fayda var.

“Fotoğrafın Dönemi” ve “Sinemanın Dönemi” olarak iki bölümde ele alınan eser, bu süreçlerin yaşanmasına altyapı oluşturan düşünsel tarihi ise fotoğraf dönemi için “Sanayi Devrimi” ve “Modernleşme”; sinema için “Değişen dünya” başlıkları altında inceliyor. Dolayısıyla gelişen teknolojiye tanık olmadan önce verilen bu bilgiler ışığında, o buluşların yapılmasına altyapı hazırlayan sosyal koşullara da tanıklık etmemiz sağlanıyor. Yazar, fotoğrafın ortaya çıktığı 1840 yılının insanlık tarihi için simgelediği öneme dikkat çekerken, konuyu bağlamsal bir anlayışla ele almak amacıyla, sözü fotoğrafın “mahalle arkadaşlarıyla” başlatması gerektiğine inanıyor ve öncelikli olarak Sanayi Devrimi’ne giriş yapıyor.

Dönemi etkileyen düşünürlerden Auguste Comte’un Pozitivizm, Aleix de Tocqueville’in Eşitlik-Özgürlük-Demokrasi, John Stuart Mill’in ise Bireysel Liberalizm öğretilerine yer veren yazar, Sanayi Devrimi ile ilgili başlığı, Karl Marx’ın öğretisi ile bitiriyor; ancak yazar, Sanayi Devrimi’nin ardından ikinci başlık olarak ele aldığı “Modernleşme” dönemini anlatırken de Marx’ın ışığında ilerliyor.

Resmetme tekniklerinden fotoğrafa

İnsanoğlunun duygu ve düşüncelerini tarihin ilk günlerinden beri bir yüzey üzerine aktarmaya çalıştığını belirten Levend Kılıç, bunun ise çizme, boyama ve kazıma yöntemleriyle yapıldığını belirtiyor. Peki ya bu yöntemler dışında başka bir resmetme yöntemi yok mudur? Levend Kılıç, üzerine ışık düşen bir nesnenin bir başka yüzey üzerinde oluşturduğu gölge ve yansımaları da bir resmetme olarak ele alıyor.

Zira, gölge ve yansımada gerekli olan iki araç, yüzey ve ışıktır. Fotoğraf mekanizması düşünüldüğünde gerekli olan temel bileşenler de bunlar değil midir? İşte insanoğlu, doğanın ışık ve yüzey aracılığıyla yarattığı yansımalardan yola çıkarak, elinde olan bu malzemelerle görüntüler yaratabilmeyi ve yaratılan bu görüntüleri kaydedip kalıcı kılmayı hedef haline getirmiştir.

Fotoğraf sözcüğü, her ne kadar ilk kez 1840 yılında kullanılmış olsa da, bu tarihe kadar sadece birkaç bilim insanının yaptığı araştırmalar sonucu ortaya çıkan bir buluş değildir. Zira fotoğrafın bulunmasına kadar atılan en önemli adımlardan olan camera obscura, yani karanlık kutunun keşfi dahi, Yunan filozof Aristoteles’e dayanır. Karanlık kutunun işlevini detaylı olarak açıklayan ilk kişi ise Arap bilimadamı İbnü’l-Heysem olmuştur. Levend Kılıç’ın, karanlık kutunun hangi aşamalardan geçerek geliştirildiğini detaylı olarak anlattığı eserinde, fotoğrafın buluşuna yönelik ele aldığı isimler ise; J. Nicéphore Niépce, L. J. Mandé Daguerre ve W. H. Fox Talbot’tır.

Tarihte ilk fotoğrafı çeken Niépce, fotoğraf alanındaki en büyük aşamayı kaydeden isimlerdendir. Levend Kılıç, Niépce’in buluşunu yaptığı bu dönemdeki Sanayi Devrimi etkisine ise burada yeniden dikkat çekiyor: “Geleneksel resmetme teknikleri Sanayi Devrimi öncesi toplumun ürünüdür. Fotoğraf ise Sanayi Devrimi’nin ürünüdür.

Fizik ve kimya bilimlerindeki gelişmelerin sonucunda ortaya çıkan Niépce’in buluşu, bir düğmeye basıldığında çarkları, dişlileri, farklı süreçleri birbiriyle ilişkili olarak harekete geçiren aygıtların günlük yaşama girdiği dönemin resmetme tekniğidir.” 1833 yılında hayatını kaybeden Niépce’in, fotoğraf dünyasına yaptığı bir diğer katkı ise, Paris ziyaretinde tanıştığı Daguerre’le ortak çalışmaya başlaması ve kendisine tüm bilgi birikimini aktararak Daguerre’in fotoğraf alanındaki çalışmalarının devamlılığını sağlamasıdır.

Daguerre tarafından 1838’de Paris’te çekilen bu fotoğraf, bir insana ait ilk fotoğraftır.

Bunun yanında Talbot ise, hem kağıt üzerine baskı yaparak çoğaltma yöntemini bularak, hem de pozlama süresini dakikalara indirgeyerek çağdaş fotoğrafçılığın temellerini belirleyen isimdir.

Değişen dünya ve görüntüye gelen hareket

Levend Kılıç, hareketli görüntü olarak adlandırabileceğimiz döneme geçmeden önce ise, koşulları buna hazırlayan süreçten bahsediyor: Değişen dünya. Nitekim 1900’ler iki savaşın yaşandığı, Leninizmin ortaya çıktığı, faşizm ve nasyonal sosyalizmin ise yükselişe geçtiği bir dönemdir. Yazarın, yaptığı çalışmalarla döneme katkı sağladıklarını düşünerek ele aldığı iki isim ise, bireyin dünyasını öne çıkaran öğretiler üzerinde çalışan Sigmund Freud ile varoluşçuluk öğretisiyle düşünsel, edebi ve sanatsal alana yepyeni bir soluk getiren Jean Paul Sartre oluyor.

Levend Kılıç, ele aldığı hareket algısı ile sinemanın ortaya çıkışına kadarki süreçte oluşturulan görüntülerin temeline inerek, gölge oyununa değiniyor. Gölge oyunu da, tıpkı diğer yansıtma yöntemleri gibi ışık ve yüzey prensiplerine sahiptir ve hareketli görüntünün oluşturulmasında da aynı prensiplerin kullanıldığının göstergesidir. Peki, gölge oyunuyla başlayan bu hareketi yansıtma olgusunu, fotoğrafta “an”ın devamlılığını sağlayarak elde etmek mümkün müdür? Mümkün olduğu, optik biliminin gelişmesiyle ortaya çıkıyor.

Zira gözün, belirli aralıklarla algıladığı nesneler arasındaki boşlukları doldurduğu optik bilimde yaşanan gelişmelerle tespit edilmiştir. Karanlık kutuyla aynı dönemlerde geliştirilmeye çalışılan büyülü fener adlı projeksiyon aleti ile fotoğraf makinesinin bir araya gelmesiyle ise, günümüz çağdaş sineması için büyük bir adım atılmış olacaktır. Zira bu, halkın belli alanlarda toplanarak gerçekleştirdiği bir etkinlik anlamına gelmektedir; ki hareketli görüntü alanında gelişmeler sağlamasına karşın bu gelişmelerin bireysel bir etkinlik olarak kalmasının daha doğru olduğunu düşünen bir isim vardır: Thomas Edison.

Edison’dan çağdaş sinemaya

Algılama yetersizliği nedeniyle ilkokuldan ayrılmak zorunda bırakılan Edison, kinetograf adını verdiği aygıtla kişiye özel görüntü izleme imkanı veren aygıtı icat etti. Ardından gramofonla da birleştirdiği bir diğer ürününe de kinetoskop adını verdi. Edison’ın icat ettiği bu ürünleri kişiye özel olarak tasarlamasının tek sebebi ise, daha fazla para kazanabileceğini düşünmesiydi. Levend Kılıç, hareketli görüntünün bireysel bir etkinlikten çıkıp toplu salonlara taşınacağı süreci, sinemanın dahiyane isimleri Lumière Kardeşler ve George Méliès üzerinden anlatıyor.

Zira Edison’ın kinetoskop aygıtıyla tanışıp bunu Paris’e getiren ve oğullarına “Siz daha iyisini yapabilirsiniz” diyen Antoine Lumière ile hareketli görüntünün salonlara taşınması fikri ivme kazandı. Lumière Kardeşler’in ürettikleri teknolojiye tanık olan ve bunu kullanmak isteyen George Méliès ise, sinema dünyasına bambaşka bir ruh getirerek, yaptığı sihirbazlık gösterilerini beyazperdeye taşıdı. Sinema tarihi, bu ustalarla birlikte farklı iki eğilimin ortaya çıktığını yazar, Levend Kılıç da bu iki eğilimin belgesel ve öykülü film olduğuna dikkat çeker.

Sinemanın temellerinin atıldığı bu yılların ardından gelen gelişimi ise Kılıç; Edwin S. Porter, David Wark Griffith, Vsevolod Illarionoviç Pudovkin ve Sergei M. Eisenstein üzerinden anlatıyor. Çekim tekniklerinin yavaş yavaş değiştiği ve kurgu kavramının sinemanın ayrılmaz bir parçası haline geldiği bu yıllarda ortaya konanlar, günümüz koşullarında halen daha kullandığımız teknikleri oluşturmakta. Çeşitli kurgu biçimleri ve kamera açılarını yapıtında detaylı olarak açıklayan Levend Kılıç’ın bu alandaki derlemesi ise çağdaş sinemayı anlamak adına önem taşıyor.

Fotoğraf ve sinemanın tarihini anlayabilmek için, toplumsal tarihi de anlamak gerekiyor. Öyle ki, geçtiğimiz yüzyıllarda sadece aristokrat ve burjuva kesimin evine girebilen sanat, sanayi devriminin de etkisiyle gelişen fotoğraf ve sinemanın aracılığıyla halka inebilmeyi sağladı ve böylece toplumun sanat dallarına erişimini artırdı. Oluşturmak, kaydetmek ve çoğaltmak gibi adımlardan oluşan bu sürecin tamamlanması ile günümüz çağdaş koşullarına ulaşan fotoğraf ve sinemanın, önümüzdeki yıllarda nasıl bir gelişim göstereceğini bilemiyoruz.

Bu gelişimi anlamak adına ise, geçmişten günümüze sarf edilen süreçlere de hakim olmak gerekiyor. Teknolojik gelişmeleri bilimsel detaylarıyla açıklayan ve bu gelişmelere taban hazırlayan düşünsel tarihi de ortaya koyan Levend Kılıç’ın Fotoğraf ve Sinemanın Toplumsal Tarihi adlı eseri, bu alanla ilgili bilgi edinmek isteyen herkesin elinde bulundurması gereken bir başucu kitabı. Kılıç, bilim ve düşünsel tarihin el verdiği ölçüde indirgediği anlaşılabilir anlatımla eserini akıcı bir eksende tutuyor ve bir nevi öyküsel ansiklopedi vaat ediyor.

Levend Kılıç, Fotoğraf ve Sinemanın Toplumsal Tarihi

Dost Kitabevi, Ankara, 2008

Sayfa Sayısı: 318

Exit mobile version