RÖPORTAJ: SAKLI KALMIŞ RÖPORTAJLARDAN KESİTLER

İki gözüm; fotoğrafçıyım diye ortalıkta cirit atıyorsan, yaşamı durduracaksın zamana değmeden…

Hangi makineymiş… optikmiş… bunlar hep teferruat kalacak! Bu işte alet işleyip… el övünmez… Birçok kendini bilmez böyle sanır ama… göz, yürek ve nihayetinde bir hayata dair duruş olayıdır fotoğraf çekmek… Adamı rezil de eder vezir de… Hoş ben şahsen vezir olmak istemem, canım kardeşim… 

Bence algının çilingiri haline geldi fotoğraf, doğru bir fotoğrafla milyonları harekete geçirebilirsiniz. Fakat burada hassas bir nokta var. Bu fotoğraf iyiye mi yoksa kötüye mi hizmet edecek? İşte fotoğraf bu kadar çaresiz, edilgen ve doğru insanlar tarafından korunmaya muhtaç! Kanaatimce yakın gelecekte ulusal bayraklar yerine savunduğumuz düşünceleri imgeleyen fotoğraflarla birliklerimizi bir çatı altında toplayacağız.

Fotoğrafı öksüz bırakacak olursak; güç odaklarının sopası… bilemedin vakit öldürme arzusundaki insanların oyuncağı olacak! Hatta belki de oldu. Ama asla geç değil! Aklımızı başımıza devşirmeliyiz.Bu kırılma sürecinde fotoğraf doğru ve yanlış arasındaki nüansı doğrudan ifade etmek için çok faydalı bir unsur. Es geçilemez! Doğru yönetilirse, Babil’den önceki sürece geri dönebileceğimiz bir ortak dil haline gelebilir. Burada atomu parçalamaktan bahsetmiyorum. Bu o kadar da zor bir şey değil! Sadece iyi niyet lazım. Tamam! Biliyorum bugünlerde biraz zor ama… iyi niyet bir yerlerde muhakkak var.

Her ne kadar takdir ettiğim yerli ve yabancı uyruklu birçok fotoğrafçı olsa da Henri Cartier-Bresson’un yeri bende her zaman farklı ve özel olmuştur. Bunun tek nedeni ise şudur: Bresson fotoğraf makinesiyle şiir çeker… evet… doğru duydun iki gözüm… şiir…
Koca… koca adamlar ellerinde hükûmet devirecek kadar güçlü teknolojilerle donatılmış makinalarla fotoğraf çekmeyi beceremezken, bu kendini bilmez anarşist şiir çeker… Ona saygım bundandır. Huzur içinde yatsın!

Herkes pratik ve formülize çözümler peşinde; bana soruyorlar. İyi fotoğraf nasıl olmalıdır?, diye… Ben de diyorum ki, iyi fotoğrafı bilmem ama baba fotoğrafın gamzesi sineye batar… Cebinde taşırsın… Olmadı imkan bulduğun her mecrada açar… tekrar tekrar bakarsın diyorum. O ne demek?, diye soruyorlar. Ben de üzgünüm bu sefer olmadı, diyorum. Hakikaten üzgünüm, çünkü elimden geleni yaptım… Almıyorsa… tıkıştırmayacaksın adamın kafasına düşünceyi… Bu bir kapasite meselesi…

Yeni “görçek” aramızda sinsice yayılıyor… bazı fotoğrafik akımların popülizm katalizörü aracılığıyla, fıstıki bir makamla, sorgusuz ve sualsiz topluluğumuza empoze edildiğine şahit oluyoruz. Tamam… bu tarzların “mumu yassıya kadar yanar…”, ona şüphe yok! Lakin üzücü olan, bu işlerin geleceğe hiçbir şey taşımıyor olması… Ne etnolojik ne sosyolojik… vesaire… Bundan sebep gün geçtikçe algılama sürecine daha az dahil olan beynimiz loplaşıyor. Hoş şimdi birileri çıkıp, beyin doğası gereği lop!!! bir yapı deyiverecek, lakin entelektüel bir birikimle yüklenmiş ve ehli bir göz aracılığıyla belgeleyen foto-organizmalar azaldıkça belleğimizi yitireceğiz. Hatta hali hazırda hızla yitiriyoruz. Ozanın dediği gibi; “İşte biz o gün tükeneceğiz…” Tükenmeye hazır mısın, iki gözüm. Sen bana onu söyle…

Bellek yolları iltihaplanmış dolayısıyla da hafıza yitimi yaşayan bir topluma görsel notlar üretmek akıl dışı sanılabilir. Ne olursa olsun fotoğrafçı buna devam etmekte ısrarcı olmalı… Toplum bir gün iyileşecek ve bu notlar rahatsızlığın nüksetmemesi için asli görevlerini bir süreliğine de olsa yerine getirecekler. Ne zamana kadar mı? Zamanın çarkları dönüp dolaşıp, yeni bir tekerrür periyodu başlatana kadar… Fazla mı geçiçi geldi sana bu çözüm? Gözüm, yaşaman ölüme çare oluyor mu? Yok! Ama geçiciliğini bilerek iyi ya da kötü yaşıyorsun hayatı değil mi? Eee… o zaman…?

Sınıflar erk savaşlarını şehirler ve mimari üzerinden vermeyi bu hızla sürdürdükçe, ortamlar çeyrek yüzyıl sonunda fiziksel olarak yaşanamamaya mahkum olacak. Distopik şehir-mekan tasvirleri çok yakın bir gelecekte, gerçeğe dönüşecek. Bu metaforik bir bağlamda ele alındığında; mekan olmazsa yaşamın, yaşam olmazsa ‘fotoğraf’ın olmayacağı bir gelecek!

Yazı: Cenk Mirat Pekcanattı

Exit mobile version