Yok Sayılmışların, Unutulmuşların Fotoğrafçısı : Lu Nan

Lu Nan 1989 yılından itibaren toplumun kenarına itilmiş, ötekileştirilmiş, yok sayılmış insanları kadrajına aldı.

Uzun yıllar Çin’de inançları yasaklanan ve dağ köylerinde yaşamlarına devam eden Katolikleri, psikiyatri hastalarını, Kuzey Burma’daki mahkumların koşullarını ve Tibet’teki köylülerin yaşamlarını anlattı.

“ Amacım; her zaman dışarıda bırakılanların – toplum tarafından reddedilenlerin veya sınırlara itilenlerin hayatlarını fotoğraflamaktı.”

İlk on yıllık fotoğrafçılık kariyeri boyunca dört etkileyici dizi yaratan Lu Nan, 1989’dan 1990’a kadar 38 akıl hastanesini ve 100’den fazla hasta ailesini ziyaret etti.  Hastaların öykülerini dinleyip, yaşam koşullarını yakından inceledi. Sıra Kuzey Burma’daki mahkumların yaşam koşullarına geldiğinde ise, durumları akıl hastalarınınkinden farklı değildi. İstismara uğramış, aç bırakılmış ve unutulmuş insanlar…

“Ruhun en büyük arzusu acı çekmekten uzaklaşmaktır. ”

Lu Nan 1992 yılında, Katolik toplulukları fotoğraflamak üzere yola çıktı, ancak Katolik topluluklar Çin’de politik bir mesele olduğu için ciddi sorunlarla karşılaştı. Uzun uğraşlar sonucunda kiliselere ve törenlere katılma şansını elde etti. Evlerinde, herkesten uzakta yaşamak zorunda kalan bu dini grubun insanlarını, samimi ve yalın bir üslupla yansıttı. 1996 yılında Tibet köylülerinin günlük yaşamlarını, dört mevsim boyunca kaydetti. Tibet halkının tarlalarda uzun çalışma hallerini ve sakin hayatlarını realist bir yapıyla aktardı.

Lu Nan’ın fotoğrafları hümanist kültürün modern izdüşümü gibidir. Fotoğraflarının her birinde resmedilen muazzam gerçeklik, ışığın kullanılmasındaki ustalıkla daha da etkileyici bir bütünlük sağlar. Öyle ki kimi fotoğrafları, izleyici tedirgin – rahatsız eder.  Lu Nan’ın yok sayılan, sınıra itilen, hiçleştirilen insanları kuşkusuz politik- duyarsız bir ideolojinin yansımalarıydı. O yüzden çoğu fotoğrafa sinen yapının içerinde çaresizlik vardır.

Siyah- beyaz fotoğrafları tercih etmemin nedeni; ciddi ve derin düşünceleri daha iyi ifade edebilmesiydi.”

Yazı: Sevil Ateş

Exit mobile version